zamansız

Bırakıp gidemeyeceğim ne var
Arkamı dönemeyeceğim
Dönünce üzüleceğim
Söyle ey sonsuz gökyüzü
Söyle derinler derini deniz
Söyle uçsuz bucaksız karanlık
Ne var beni bağlayan buralara
Neyin kurbanı olmuş bu kimsesiz kalbim
Neye bağlanmış bu kadar hırpalanmış duygularım
Neye inanıp bu denli acı çekmiş ruhum
Hangi kusursuz çembermiş o dışına çıkamadığım
Hangi mükemmel melodi o
Duymazsam çıldıracağım…
Kim öğretmiş bana cevapsız sorular sormayı
Kim varmış ki yanımda
Yalnızlıktan başka bir duyguyu yaşamışım da
Sitem eder olmuşum yalnızlığa
Söver olmuşum…

Sözlerime aldırmayan
İçinde yok olduğum kudretli evren
Söyle şimdi
Kim saklamış da adımı bir türlü duyamamışım
Kim azat etmiş beni bu tanımadığım âleme
İçinde kaybolduğum bu insan sürüsü
Kim ki hiç birini tanır görünmem
Kim ki bu umutsuzluk içinde beklediğim…
Söyle
Kim bu satırları yazan
Kim?

sonuç


Elimden hiç bir şey gelmez
Gelsen de artık fark etmez
Tutsan da elimden düşerim
Elimden hiç bir şey gelmez
Artık…


ızdırap gibisin

Aşk gibi bir şarkısın, duyduğum belli belirsiz.
Özlemle içime çektiğimsin sesini, uzaklardan gelen.
Hem daha net duymak istediğim,
nerden geldiğini merak ettiğim,
hem de hiç kıpırdamadan,
bulmaya çalışmadan dinlediğim.
İlham gibisin, gecenin en renksiz anında aklıma düşen,
kıvrandıran bir hazla,
somut dünyada;
belki bir defter köşesinde,
belki bir kitabın arka sayfasında kendine yer bulan.


Ah,
izdırap gibisin,
ölümü dileten,
varlığında herseyi unutturan,
bir tek kalan
sevgi arsızı gibisin.

keşke..

yarın karşılaşmayız..
ne ben ona birşey yazarım ne de o bana..
ne zamana kadar böyle devam eder bilemem..
sonrasında ya ben çok özlediğim için ararım
ya da o,
dayanamaz "iyi geceler" der..
hiç biri olmazsa karşılaşırız..
yakın zamanda olursa sinirimiz geçmemiştir,
soğuk soğuk konuşur ayrılırız..
olay soğumuşsa ikimiz de karşılaşmaktan mutluluk duyarız..
o akşam birşeyler yer içeriz..
kapanır mesele her halukarda..
kapanır da mesele,
geçen zaman can yakmasa keşke..

AN..

“an” yazdım. Yaşamak lazımdır dediler, bilmezmişim gibi.

“an” yazdım. Hissetmek gerek dediler, hissimden acı doğmazmış gibi.
“an” yazdım. Sıkıntısı çoktur dediler, sıkıntıma ölüm eş değilmiş gibi.
“an” yazdım. Geri dönüşü yoktur dediler, pişmanlıklarımı çekmezmişim gibi.
“an” yazdım. Yetmez dediler.

“an” yazdım. İki harfi eksik kalmamış gibi.

düş parçaları

Sıkıntı değil içeriği, hüzün, aşk falan hiç birşey yok.
Ben birşey talep etmedim gökyüzünden, o kendi döktü elime gözyaşlarını.
Sonra birileri gelip kızdı ya yabancılardan birşey aldım diye.
Halbuki ben istemedim, hem anahtar yoktu bende hiç bir kapıya ait olan, ve elinde masallar olan küçük bir kız olsa olsa kedi peşinde koşar.
Kimse suçlayamaz çünkü ben istemedim, onlar kendileri gelip sevdiklerini söylediler beni.
Cevap vermeyi çok sonraları öğrendim ben, hem acı, karamsarlık dolu cevaplar, ah o cevaplar..

Sonra kediler kaçtı, masallar hiç gerçek olmadı, küçük kız kirli elleriyle büyüdü, ama yine de kimse bana hesap soramaz, kimse bu hayat demedi bana, ben kendim öğrendim.

gel?

Hani hava ne aydınlıktır, ne de karanlık, kararsızlık içine yansır da bir çıkış bulamazsın. Karardıkça kararırsın baktıkça gökyüzüne, o vakitlerde gel.
Gel ki gerek kalmasın üzülmeye güneşin gidişine, gel ki üşümesin yüreğim gecede... Hani bi yaramazlık yaparsın da hesap sorar baban, ne konuşabilirsin ağlamadan, ne de rahatlarsın ağladıkça.. Gözlerin sızladıkça sızlar, o vakitlerde gel. Gel ki sarılıp da sana bütün hüznümü paylaşabileyim..
Gel ki çaresizlikler içinden, sana tutunup çıkabileyim... Hani tam kuruyacakken çiçeğe su dökersin de onu kurtarmış olmanın ferahlığını yaşarsın ya, bekliyorum beni hayata döndürecek dokunuşunu, gel ki hayat yeniden anlamlanıp yeniden başlasın..
Gel artık..

birşey kalmadı..

'Birşey kalmalı' dedi yaşlı adam, kolunun arasında kitabı gözünde gözlüğü ayağında çorabıyla. Ait olan ne varsa ona, üzerindeydi hani, kimsenin farkında olmadığı. Ama yaşlı adam düşündü 'Birşey kalmalı geriye'. Ya saat gece yarısını vurduğunda duvarlar beni unutursa, ya ani o eski cızırtılı şarkılar bensiz çalarsa, ya o çirkin kedi başka bir kucakta uyursa.. Ah ne kaygı ne acı ne hüzün. Birşey kalmalıydı geliye diye düşündü yaşlı adam. Gözlüklerini çıkarttı önce, kitabı bıraktı sonra. Çoraplar kimsesiz çocuklarındı. Dizleri üzerinde kaldı öylece. Dağ gibi devrildi yere. Zamanın bir yerlerde devam ettiğini bilir gibi yüzünde olabildiğince hüzünlü bir gülümsemeyle.


'Dokunma!' dedim, 'acıyor'.
Henüz almadık içeriye kimseyi,
ama alınmayanlar taşladılar,
kapıya çizikler atıp,
kötü sözler yazdılar.
Bakma, dedim,
bakma içine gözlerimin,
sakladığım herşey orda.
Kimsenin bilmedikleri,
anlamakları herşey orda.
İçimde kalanlar, canımı yakanlar..
Bakma, gördüğün 'ben' seni rahatsız eder.
Sorma, dedim,
gerek yok daha fazla soruya.
Sorunca öğrenemiyorsun derdimi ve
ben hafif hissetmiyorum kendimi.
Anlamaya çalışma dedim, en son.
Yapamazsın.
Ne kadar uğraşsan da beceremezsin,
neler sakladım dünyama,
tahmin edemezsin.
Kirlerimi nasıl temizledim,
düşünemezsin, yalnızlığı nasıl işledim ruhuma,
kavrayamazsın.
Böyle bitecek bu ömür,
' garip ' denecek arkamdan..
Ve sen sebebini öğrendiğinde peşimden geleceksin,
hiç düşünmeden..
Hiç düşünmeden.

hiç



Hiç bir çıkar yolum kalmamış gibi, içime dönmek mecburi gibi bir yol. Kor gibi yanar, kör gibi görmez. Tek bir sözcüğe muhtaç, aç ve bütün kavramlara uzak. Sözsüz, sözcüksüz, devamlı uzayan, dümdüz uzayan bir yol. Acı yok, mutluluk yok, hiç birşey yok. Hırs yok mücadele yok, hiç birşey yok. Kahkaha yok, gözyaşı yok hiç birşey yok. Sert bakışlar, kesin tavırlar ve bir ben ve bir yol. Utanmaz bir pişkinlikle 'evet ben yine başaramadım, ve yine bir gruba ait olamadım' diyorum, dedikçe yol uzuyor, hiç bitmeyecek gibi, kimsenin eli değmeyecek gibi. Içime dönmek mecburi gibi, hiç yolum kalmamış gibi, ben yolları kabullenmiş gibi bir yoldayım. Hiç olmadığım kadar yokum.

geçmiş

Üç sene öncesi mi? Umutlu hani daha bu kadar karamsar değil. Hayal meyal canlanır gözümde o adam. Biraz edebiyattan, biraz da hayattan izler taşır. Silik, dönemin duyguları, net değil, hatırlanası değil. Sadece küçük bir sayfadaki, süslü yazılmış bir beyit. Ve ihtimali yüksek hayali bir sevgiliye ithafen. 'Gönlümde ateştin, gözümde yaştın, Ne diye tutuştun, ne diye taştın.' kimin olduğunu bilmiyorum, yazmamışım.

psikolojil

Üç sayfa yazı yazıp iki dakikada yırttım attım.
Hoş, mutlu yazmıştım.
Bir cümle yüzünden oldu hepsi, gitti iki günüm.
Sinirlenmedim. Üzüldüm.
Her zamanki gibi hırsla istemediğim birşey yaptım diye üzüldüm.
O yüzden ağladım.
Aynı olayı ikinci kez anlatmaya çalışmak çok yorucu ve kırıcı.
Önceki cümlelere ihanet eder gibi.
N. üzülme, dedi. Gene yazarmışım.
Aynı hazla olur mu bu sefer, dedim. Aynı tadı verir mi.
Yazılmış bir kelimenin yerini bir başkası kaplayabilir mi.
Sustum.
Kimse giremez içeri.
Kimse bilemez ne geçiyor aklımdan.
Son zamanlar belki biraz fazla saldım.
Tamam bu saat son dakika.
Bitti.




hasret

Ağzıma o küçük ekşi şekerlerden attım bir avuç.
Ayaklarımı aşağı sallandırdım.
Uzun uzun okudum satırlarını, satırlamı.
Hani ufacık birşey olduğunda yazdığın, ben yüklü satırlarını.
Hani sen yokken sana hayatı anlattığım, sen yüklü satırlamı.
Müziği isteyerek açmadım,
'you know it's true, everything i do, i do it for you.' biliyorum, dedim içimden.
Hayır gözlerim dolmadı.
Içim sızlamadı.
Rahatlamak için saçımdan bir tutam kesmedim.
Ayaklarımı sallandırdım aşağı doğru.
Korkak dedin, acıyorum sana dedin.
Sinirlenmedim. Itiraz etmedim.
Biraz daha o küçük ekşi şekerlerden attım ağzıma.
Elim gitti o şarkıyı açtım 'dinle beni küçük kedim...' başa alıp mırlamasını dinledim kedinin.
Varlığın yok artık.
Baksamda görmüyorum seni.
Mezarının üstüne hüzünlü sözler yazmak yerine, çiçekler ektim.
Ağaçlar ektim, meyve veren..
Ve sessizliğe karıştım dün gece.
Ağzıma bütün o küçük ekşi şekerleri attım,
bana da ver demedin.
Ayaklarımı aşağı sarkıttım,
içeri gir diye kızmadın.
Biz dün seni andık,
sen hiç farkında olmadın...

güneş ışığı


Deli gibi yağmur yağıyor. Akıyorum.
Başka hiç bir ses yok kulağımda.
Sert sert düşüyorum yere. Arınıyorum.
Suratımda yorgun anlamsız bir gülümseme var.
Uzun zamandır ilk kez var. Huzur var.
Gökyüzünün arada bir görünen mavisinden iniyorum.
Temizleniyorum. Mektuplar var, eski.
Kitaplar var, içinde dostlar var, içinden çıkmış dostlar var.
Değip geçiyorum hepsine. Hissediyorum.
Her yerde gözlerimin izleri var. Yaşıyorum.
Tanıdık ayak sesleri var.
Defalarca baktığım çatılardan akıyorum.
Adım yazılı taşlardan geçiyorum. Susuyorum.
Ellerinden tutuyorum o kadının.
Onun yüzünde hoşluk var, hoşnutluk var.
Burda ev yok, yuva var.
Deli gibi yağmur yağıyor. Akıyorum.
Başka hiç bir ses yok kulağımda.
Sert sert düşüyorum yere.
Arınıyorum.

ölm

sıkıntı sahneleri izliyorum rüyalarımda
ölmeyi arzulayan küçük benler sarıyor çevremi
direten kim
kim yaşamdan yana bilmiyorum
gücü yerinde olmalı ki
hep o kazanıyor
adaletsiz taarruzumuzu

sessizlik

zorunlu cümleler
ruhumu ele geçirdiler
başta vermek istemdim seni
bana özeldin
adın
bilinmezdi

sonra çekip aldılar ruhumu
adın da gitti

şimdi kimdin sen hatırlayamıyorum
deniyorum bulamıyorum

yine de seviyorum
hiç kaybetmemişim gibi
herşeyimi
herşeyini

kayboluş

ilk cümlelerde kayboldum

bulamıyorum
harfleri...

karanlık

"sen ne anlarsın ki" diye bağırdı ruhum içinden

"ne anlarsın karanlıkta kalmaktan..."
"ne anlarsın karanlık olarak anılmaktan..."

aşk

burnuma acının
tatlı
kokusu geliyor

sessizce içime giriyor
yakıyor
yıkıyor

yine de içimdeki sana
dokunamıyor

biliyor
karanlık bataklık gibi

çektikçe içine çekiyor da
çekiyor...

sitem

beni ağlatacak bir zerre yok ruhumda
yolunu kaybetmiş ağlak gözlerin dışında...
suatında anlamsız bir acı
bakma yüzüme ve görme beni
amlamsız bırak kelimeleri ve düşük cümleler kur
beni tanımlayan
gidiyorum ben ve bakma yüzüme acıyla anlamsız
alacağım ne bir nefes
ne içeceğim bir damla su
ne annem var benim burda
ne de güvenini hissedebileceğim bir babam
gidiyorum bazen istemeyerek
yollar benden yana
ne kadar uzun sürse de
bitiyor en sonun da
ve acıyla bakma bana anlamsızca
gidiyorum..
ve çağu zaman isteyerek...

ölüyorum...

bilmiyorum ne yapmam gerektiğini
bir yola çıkmışım
başı olmayan
ve sonu olmayan
yine de devam etmek istediğim
çabaladığım
yorulduğum ve ağladığım
canımı yakıyor taşlar ve ellerimi kesiyor çalılar
sonra yine bir sessizlil çölüne düşüyorum
yine yürüyor
yine yoruluyorum
artık zevk alıyorum
yalnız çıktım bu yola ve yalnız ölüyorum...

sır..

Elinde bir fotoğraf var kırmızı şal giyen kadının.
Gözleri çok güzel bir kahverengi,
bal rengi derler ya öyle gibi.
Şimdi daha güzel görünüyor,
üzeri sulu olunca.
Fotoğrafa bakıyor arada.
Kafasını kaldırıyor bazen,
önünden geçen, yanından geçen insanlara bakıyor.
Yada bir ray sesi geldimi,
kendi treni olup olmadığını kontrol ediyor.
Aklından geçenleri merak ediyorum.
Fotoğrafta kimin olduğunu.
Sevgilisine mi veda ediyor sessiz sessiz,
annesine yada babasına mı..
Merak ediyorum böyle üzgün olmasına sebep olan ne.
Ve yine merak ediyorum güzeller hep üzülmek zorunda mı diye..

bir tuhaf yalnızlık

Birden alaycı insanlarla karşı karşıya kalirsin ya
hani en kararsız en korkak oldugun anda.
Inat edersin yapamayacağını kaçamayacağını bile bile.
Sonra bir güz rüzgarı gibi ince sakin görünen
ama insanın içine işleyen bir soğuk girer vücuduna.
Sadece anneni istersin yanına.
İşte ben her gün bu duygularla uyanıyorum sabaha.
Temiz hava yerine ölüm yalnızlığı çekiyorum içime.
Anne nerdesin diyerek ağlıyorum banyoda
ve aynaya bile bakamıyorum utancımdan.
Birinin bitirmesini istemiyorum bu duyguları.
Insanları görmek istemiyorum çevremde.
Şikayet etsemde yalnızlıktan,
yalnızlıksız olmak istemiyorum aslında.

küçük kız...

Beni burdan al götür diye bağıran bir kız var içimde.
Küçük hassas bir o kadar yalnız..
Mutlu olsun diye uğraşan yok, mutlu etmeye çalışan yok.
O kocaman kara gözleri dolu, bir an kolluyor ağlayacak.
Bir düş görüyor her gece, açıyor gözlerini o düş gerçek olacak, mutlu olacak..
Bir anne yok etrafında yalnız, taşa vuruyor ya dizini, kanıyor ya,
yapıştıran yok yara bandı..
Öpen yok aglamasin diye..
Bir kız çocuğu var içimde en fazla sekiz yaşında...
Bağırıyor bana kurtar beni diye.
Sesi ince, çığlık atmaya yetmiyor nefesi.
Her gün biraz daha inceliyor ruhu,
her an biraz daha kopuyor insanlardan..
Ve kuytu köşelerden korkuyor,
onu oraya terkedenlerden korkuyor..
Bir kız var içimde daha çocuk.
Büyüt beni diye yalvarıyor...

sözsüz şarkı


Beni sakla en kuytu en tenha köşelere.

Sevgi istemiyorum artık ve ihtiyaç duymuyorum yalancı sözlere.

Aramıyorum konuşan bir çene ve bana zarar veren inceden inceye.

Bulutları seviyorum artık ve kapatsınlar istiyorum güneşin üstünü.

Alışmak istemiyorum hiç bir yaratığı beni yaratan tarafından yaratılmış

ve kapanmak istiyorum kendime, dünyaya gönderilme sebebime.

Sonra sal beni çıkmaz dehlizlere.

Kaybolmak istiyorum tanıdık yerlerde

ve unutmak istiyorum tanıdığım herşeyi.

Sözsüz şarkılar yazdım ve söylemek istiyorum onları sağırlara.

Duymak istiyorum en duygulu sesi

ve duygularımdan arınmışlığı hissetmek.

Mecbur kalmamak lazım nefes almaya.

ve anlamak gerek değerini.

yollar...


yollar çok uzun
başlanmayacak kadar iç karartıcı
bitirilemeyecek kadar uzun
içimde çığlıklar birikmiş mideme baskı yapıyorlar
sevgisiz kalmış bebekler gibi bencil büyüyorum
dayak yiyen kadınlar kadar öfke dolu
yollar hep çok uzun
bana bakmıyor insanlar yanımdan geçerken
varlığım önemsiz bu küçük çelişkiler içinde
bir farklılık arıyorum yaşama anlam verecek
ağlayan gözler görüyorum
titreyen dudaklar
yazan eller
yollar bazen çok uzun
saçlarım kısa sözlerim kısa
öyle tahmin ediyorum ki ömrüm kısa
ama yollar hep çok uzun
bazen biraz fazla uzun

korkuluk

-beni ilgilendirmez artık, dedi yaşlı, gri gözlü, elinde şemsiye tutan adam.
"artık beni ilgilendirmez bensiz yattığı uykularda benim olmadığım rüyalar görmesi.
Beni ilgilendirmez sessizce söylediği şarkıları bana armağan etmemesi.
Beni ilgilendirmez canı yandığında adımı sayıklamaması.
Beni ilgilendirmez artık bensiz olması." ve indirdi şemsiyesini.
Islanmaya başladı tepeden tırnağa.
Üzerinden aktıkça yağmur damlaları, bir parçasını koydu önlerine o kadına olan sevgisinin,
alıp götürsünler diye.
Kalabalıklarda bulduğu yalnızlık tecrübelerini,
sessizliklere gömüp,
kendisine dönüp bakmayan insanların hayatlarını öğrenip,

sonsuz ve aydınlık bir karanlığın içinde bulduğu tatlı bir o kadar ekşi yaşamına geri dönmek istedi.
Yere bıraktı tuttuğunu farketmediği şemsiyesini.
Ellerine baktı.
Islanan ellerine, üzerinde çiziklerin krallık kurduğu ellerine.
Başını kaldırdı göğe.
Bu kez yaşlı yüzü ıslanmaya başladı.
Gözyaşları ağırlıyordu yağmur damlalarını yüzünde.
Acıyla açtı ağzını,
"beni ilgilendirmez artık..."

sıska

Kaçak bir yalnızlık bedenimi sarmış.
Ve ölüyorum.
Sonunda gülmek yok yada mutluluk...
Bir veda telaşı sarıyor ruhumu.
Gitmem gerek en kısa saniyede.
Bana birden bire gelen bir hüzün gibi çöküyorum içime.
Sonra elde ne varsa sarıp sarmalayıp çöpe atıyorum.
Hayatımı gömdüğüm kağıtlar var.
Ellerimden kaçar gibi gidiyorlar çöpe.
Değer görseler bile bende, benim olmadığım yere gidiyorlar.
Sarsıntılar başlıyor bedenimde, ve ölmek geliyor içimden.
Sevgisiz kalmış kurumuş bir kalp gibi, atmanın bir anlamını bulamıyorum şimdi.
Pamuk pamuk beliriyor göz yaşlarım.
Görsün diye birileri, eğmiyorum başımı yere.
Gitme desin diye biri...
Çalıntı bir aşk var içimde...
Ve susuyorum.
Bir sır gibi saklıyorum en derinlerimde.
Gözlerime baksa biri anlamlı, görür içimde sakladığım her bir inci parçasını.
Ve kararmış onlar şimdi kül rengi.
Birden beliren bir hayalde kayboluyorum.
Herze bunlar aldırmıyorum.
Ve ölüyorum.

Dünya Gülüyor Üstüme Anne...

Bütün sessizliğimle çığlık atıyorum şimdi.
Ellerimi uzatıp karanlığa uyuyorum.
Biri uzanıp tutarsa diye tedirgin uyuyorum.
Içimden söylediğim sessiz şarkılar zamanla anlamını yitiriyor, gözlerimi dolduranlara artık ilgisiz, yüzümü güldürenlere artık kayıtsızım.
Yeni bir dünya yok karşımda, adını hatırlamadığım dostlarım kayıplarda.
Ve bütün sessizliğimle çığlık atıyorum şimdi.
Duyan olmasın nefes alış-verişimi az nefes alıyorum.
Doya doya çekmiyorum içime oksijeni.
Arada bir gözler görüyorum etrafta.
Kiminde alaycılığını saklamaya çalışan bir gülümseme, kiminde yapmacık bir acıma duygusu.
Biri var bütün o gözlerin arkasında.
Bana bakan biri var karanlığın arkasında.
Tedirgin endişeli, ne olacak diye bekliyor belli ki bana.
Onu rahatlatmak için gülümsüyorum.
Gülümsemeye çalışıyorum ve suratımda yabancı bir varlık var oluyor.
Çatlak bir gülümsemede kaybediyorum kendimi.
O gözleri arıyorum etrafta.
Buluyor muyum en sonunda?
Ve bütün sessizliğimle çığlık atıyorum şimdi.

Veremem Sana Acımı

Bir iki parlak ışıkla karşılık verip hayata, kör edici mutluluklar aramaya koyulduk da bir sonuca varamadık. Sonra benden ayrıldılar. Tek başıma kaldım. Susup, pusup içip içip yeniden başladım. Yıllara bölünmüş aşklara karşılık anlara sığdırılmış bakışlar sundum. Sadece ufak bir hareket içimde, canlanıp sönene kadar, bütün hazları tadıp, bütün acıları çekip, en derin uykularda yerimi almak için yola koyuldum. Sadece bir kaç nefeslik paket paket sigara içen insanların arasına karışıp kayboldum. Bir şarkı süresince yazdığım bir kaç satırlık romanlarımı okuyup okuyup büyümeye çalıştım. Başladığım yerde olsam da, amaç çabalamakdı deyip, şarkının sonundaki yavaş gitar sesinde kaybolmaya koyuldum..

Nefretime Şahit Ol !!!

Ruhsuz piçler sarmış da etrafını, pislikten görünmüyor yüzün.
Sadece anlamanı istediler senden. Ama yapamadın.
Büyüyüp de küfür edemedin onlara.
Elini kolunu sallayıp bir iki hareket çekip, geçip gidemedin aralarından.
Korktun bakışlarından onların, pislik dolu ağızlarından çıkacak bir kaç parça soysuz sözden korktun.
Büyüyemedin sen.
Beceremedin arsız olmayı.
Kalp kırmayı, kırdıktan sonra göz ucuyla bakıp, dünyanın en berbat şeyiymiş gibi karşındaki tükürüp gidemedin.
Yazamadın bir iki ahlaksız söz.
Atamadın nefret edip de birinden, en kötü iftirayı üzerine.
Çamura batmışın üzerine çamur atamadın.
Susamışın karşısına geçip de yere döke döke su içemedin.
Yere düşmüş adiye bir tekme de sen vuramadın.
Büyümeni istediler senden.
Ama sen beceremedin.

üç nokta . . .

Süresiz uzaklaştırma almışım mutlu kalplerden.

Herkes gülüp eğlenirken bana uzaktan bakıp ağlamak düşmüş.

Hep bir adım önümden gitmiş hayallerim peşinden sürümüş göz yaşlarımı.

Birşeyleri bir çok şeyleri paylaşmış insanlar en yakınlarımda.

Ama ben gülememişim bir kez olsun onlara doğru bakıp da.

Herkese yavaş geçen zaman bende koşturmuş, yaşayamamışım hiç bir anı yavaşça..

adam

Sessizlik kalkanı oluşmuş adamın etrafında.
Çevresinde sesler olsa da ona yönelen sorular olsa da o hep sessizliğin içinde yaşıyor.
Dikkat çekmiyor.
Ilgi çekmiyor.
Bakınca derin, anlamlı anlamsız, her dem alıngan bakışlarıyla çevreye, yıkıp geçiyor en ince kılı bile.
Bazen gözlerinde beliren ıslaklığı yine kimseye sezdirmeden yok etmeye çalıyor.
Kıyamet mi denir fırtına mı, kopuyor içinde çok sağlam birşeyler.
Biri bunu anlar belki birşeyler hisseder diye gelmiyor kimseyle göz göze.
Ben bilmiyorum o ne zamandır böyle.
Ben de geçip gidiyorum hayatından..
Hayat devam ediyor..

Annem...

Içimi titreten ve gözyaşı yağmuruna sebep olan bir sesti.

Bir kaç notadan oluşan bir müzik belki.

Ama ağlıyorum işte sebebi önemli mi?

Özlediğim insanlara ağlıyorum.

Yalnızlığımı paylaşamadığıma ağlıyorum.

Baktığım her odada gördüğüm boşluğa ağlıyorum.

Bazen içimi dolduran coşkuyu içime gömmeme ağlıyorum.

Içten attığım kahkahaya olan uzaklığıma ağlıyorum.

En son heyecanlandığım anı unutmama ağlıyorum.

Elimi uzattığımda sıcaklığını hissedemediğim ele ağlıyorum.

saniyelerinin çıkarttığı sese ağlıyorum.

Bazen sadece konuşmak için konuşacağım bir insan bulamadığıma ağlıyorum.

Ben aslında annemi özledim ona ağlıyorum...

Denizde kuruyum

Binecegim vapuru gösterdiler 'bu' dediler.
Eski birşeydi.
Aldırmadım.
Gözümü ondan ayırmadım yaklaştıkça üşüyordum.
Üst kata baktım.
Boştu. Dolu olmasına alışıktım ama boştu.
Bakışları üzerimde hissederek ilerledim ve oturdum.
Rüzgar bu sefer gerçekten çok sertti....
Oturduğum yeri düşününce buna aldırmıyordum.
Karşımda burda kaç dakika oturmaya dayanacağıma dair iddeaya girenler olmuştu.
Aldırmadım. Kaçmadım. Korkumdan kaçamadım.
Gittiğim yerde ne yapacağımı bile bilmiyordum.
Tokam uçacakti.
Bir kadın, yaşlı, sordu, 'adın ne çocuk?' 'su' dedim.
Benim adım su..
Inanmadi.
Rüzgar içimi titretmeye başladı.
Aldırmadım.
Sustum.
Varacağım yer yaklaştı.
Korkularım çığlıklar içinde ağlıyordu.
Belki deniz beni kabul ederdi..
Belki bağrına başardı.
Yaşamadım.
Vapur durdu.
Ben karadayım.

ölümcül uykuda...


Elime aldığım çürüyüp giden herşey gibi bu papatyanın da çürümesine göz yummak istemedim. Her papatya gördüğümde yaptığım gibi yine saymak istedim kim olduğunu bilmediğim 'o'nun beni sevip sevmediğine dair zorlu soru dizisini. Bu sefer başka birşey oldu ve bir dolmuş geldi aklıma. Penceresinden sarkıp 'seviyor sevmiyor' dediğim dolmuş. Ve onun 'uğraşma öyle çıkmaz' diyen şoförü.... Bazen elimde çürüyen şeyleri çürüdükten çok sonra farkediyorum.. Kokusu çıkıyor.. Tanınmaz halde oluyor.. Ve ben onu farkediyorum.. O zamanlar adı bir nefeste çıkmayacak kadar uzun bir okulum vardı. Içlerinde ömrüm boyu unutmayacağım hocalarım, en önemlisi Süleyman Hocam vardı. Kaçmak için çıktığım yolda bulduğum papatyalar, onlarla bindiğim dolmuşlar vardı. Sessizce ve farkında olmadan susmasini söylediğim o hayatın şimdi hiç sesi çıkmıyor...

masalımsı

Rüzgardan geçen toz parçasının beyazlığını acı bir şekilde yitirmesiyle alakalı olacak, ağladığını görmüştüm. Hem de öyle içten öyle duygulu ağlıyordu ki tutamadım kendimi ben de.. Kapkara başımı kapkara kumların arasından çıkartıp ağladım. Beni farkeden bir kıymığa çok dokunmuş olacak ki o da ağlamaya başladı. Sonra bir ışık gördüm. Içinde başka bir toz parçası vardı. Hatta bin toz parçası vardı. Gülüyordu. Öyle içten öyle coşkulu gülüyordu ki tutamadım kendimi ben de güldüm. Kahkahamı bizim kıymık duymuş etkilenmiş olacak ki baktım o da gülüyor. Sonra yağmur başladı. Bir damlada kayboldum iki damlada yok oldum. Bir gül bahçesinde yeniden doğdum. Bir gülün dikeninde yaşıyordum. Bir papatya geldi ve çok kötü kokuyor burası dedi. Güle döndüm çok kötü kokuyor burası dedim. Bülbül geldi misk bahçesi burası dedi. Ben de misk kokuyor dedim.

gülümse şimdi...

'bak bir kaç gün görmeyince çıkıverdi aklımdan demekki önemsenecek bişey değilmiş' diyordum kendi kendime onu görme ihtimalim olduğu yere doğru yaklaşırken. Yanına gideceğim kişiyi aradı gözlerim. Ararken başka birine takıldı gözüm. O'ydu... Sanki yıllardır görmemiştim. Beni hiç görmeyen o bakışını nasıl özlemişim. Yüzümde beliren kontrol edemediğim gülümsemeyi nereye sokacağımı bilmiyordum. Insanların garip bakışları vardır kesin, ben onları göremeyecek kadar mutluydum. Sonra onu geçtim. Geri gelecektim, öyle istemiştim. Ama gelemedim. Yüzümde çatlak, anlamsız, tuhaf bir gülümsemeyle geride bıraktım hayalimi. Kendi yarattığım birşeye kavuşamanın özlemini duydum derinlerimde. Ama kaybolmamak için yüzeye yüzdüm. Ve yine insanlar belirdiler. Ilgisiz, bazen suratsız bazen ılham veren insanlar geri geldiler.. Gidin demedim, diyemedim...

[sabah tuhaf bir şekilde otobüste gülen kıza..

milad vü şarhoş


Dağınık özensiz saçlarıyla, bakımsız elle yüzle gözünü kitaptan alamayan okumaya ömrünü adamak için önünde engel bırakmak istemeyen, şıklardan oluşan kitapları elinin tersiyle iten bir kız canlanıyordu gözümde.. Içimde ona duyduğum özlem almış başını gidiyordu.. Değişen hava şartları, yastıklar, ayakkabılar derken değişmeyen birşeylerin olduğunu unutmuşum. Etrafında kimse olmadan yalnız olmamanin mümkün olduğunu unutmuşum. Örnek aldığım kadınları unutmuşum. Hatırlamak için çaba harcamayı unutmuşum.. 'vazgeçtim dünyadan' diyen kadından bile uzaklaşmışım.. Hani masal bu ya, unuttuğum kadınları yine bir kadın hatırlattı bana.. Ve hafızamı yeniden buldum.. Büyük bir hayranlıkla kıskandığım kadınların küçük rakibi olarak geri geldim.. Onlardan birinden çaldığım bir isimle 'sinik entel hanım' la geri geldim.. Bu yazıyı okuyanlar miladima şahit olsun.. Bir daha miladim olmayacağına emin

Sıkıntı

Yıllardır açmış, hiç birşey yememiş de bir ekmek parçası görmüş gibi yırtıcı hırçın bir bakışla baktı yüzüme.
Korktum.
Günlerdir çektiğim baş ağrısınin üstüne gördüğüm hayallerden biri sandım.
O bana bunu inkar edercesine bütün dikkati ve canlılığıyla bakıyordu.
Kapattım gözlerimi.
Açınca orda olmamasını diledim.
Kapalı kalsın diye gözlerim direndim.
Ama sonunda açtım.
Ordaydı.
Daha yakınlaşmışti bana sanki.
Nefes alışverişini duyuyordum derinden.
Ürperdim.
Korkum arttı.
Bu kez sıkıca kapattım gözlerimi.
Diğer tarafa döndüm. Yanıyordum.
Baş ağrım dayanılmaz bir haldeydi.
Elimde olmadan dökülüyordu gözlerimden yaşlar.
Sıktım kendimi.
Gözlerim kapalı kalsın diye direniyordum.
Merakım galip geldi.
Açtım.
Kimse yoktu.
Hiçbirşey yoktu.
Arandım.
Gitmişti.
Belkide hiç gelmemişti.

Sustum, Sonsuza dek...

'dert olur teselli aşık adama' diye açtım gözlerimi.
Hani olur ya bazen bütün gece uyurken o şarkıyı söylemiş gibi uyanırsınız..
Öyle uyandım ben de..
Aşık değilim ama bu şarkıyı söylemişim bütün gece..
Hiç açmadan gözlerimi ağlamışım..
Hiç ses çıkartmadan bağırmışım..
Ona hiç ulaşmamış sesim ama ben hep onu çağırmışım..
O bana ait şeyleri öldürmüş, bana arkasını dönmüş..
Yanına almış en değerli varlığımı benden ayrı düşürmüş..
Ben yine en acımasız şarkılarda arar olmuşum kendimi..
En kötü kadınlarında bulmuşum türk filmlerinin..
En şanssız insanları çıkmış elimden dünyanın..
Yine de açtım gozlerimi dünyaya bugün..
'dert olur teselli aşık adama' diyerek..


***gizli özne-kör kuyu

BEN'ler


Yorgunum her eve girdiğim anda olduğu gibi. A
ğır geliyor bu şehrin kokusu bana.
Yalnızca ben var çevremde onlarca.
Hergün farklı bir beni tanıyorum.
Her gittiğim yerde farklı bir benle karşılaşıyorum.
Asi kız oluyor bazen karşımdaki.
Elleri cebinde turluyor sokakları.
Dönüp de bakmıyor kimseye.
Siyahlara boyanmış gözleriyle karartmış gözünü.
Bir tanesi var hep insanlarda aklı.
Inceliyor düşünüyor 'o ne düşünüyor' diye.
Bir olay beliriyor kafasında.
Çıkarıyor defterini otobüsün ortasında başlıyor karalamaya.
Biri gözüyle çekiyor fotoğrafları.
Çoğu zaman içinden geçiyor bir makinenin varlığını yine de gördüğü için o unutulmaz kareleri mutlu oluyor kendi içinde.
Biri var gözleri yerde kulağında müziği duymuyor başka hiç bir şeyi.
Ama biri var her sabah gözü hep aynı şeyin peşinde aynı tavırla bekliyor birşeyleri.
Ve biri daha var yine her sabah umutsuzluk getiriyor diğerine.
Yine de ağır geliyor bu şehrin kokusu bana...

son duraklar


Baktım gene kaçamak, ürkek, yakalanmak korkusuyla yüzüne. Ama beklemediğim şey gözlerinle karşılaşmaktı. Ve bunun kalbimi yakalanmış bir balık gibi can çekişir gibi hissettirecegini bilmiyordum.

Baktım vesselam. Ve gözlerini gördüm ilk önce. Ama korktuğum başıma gelmişti ya yine korkmam gerekiyordu, beni saran mutluluğun tarifini şiirlerde arasam vakit kaybı olur. Yine de kaçırdım bakışımı olabildiğince uzağa.

Birşey oldu o anda hissettim, ne olduğunu da anladım heralde ama değiştirmedim yerini gözlerimin. 'sana yazmıyorum bunu, git lütfen alışıyorum yokluğuna sürekli gelip sürükleme beni boşluğuna' ama duymuyor o beni.

Bu kadının peşinden gitmişti mutluluğum, şimdi başkasında bulduğum mutluluğu bölmeye mi çalışıyordu? Ama o beni çok seviyordu.

Ne yaptığını anlamak için kaldırdım bakışımı yerden o kadın, onun içine giriyordu. Anlamadım önce ne yaptığını. Ama gördüm, o kadın artık onun içindeydi onun içine girmişti.

Bir Kadına


Hayal meyal hatırlıyorum o günü.

Uzun saçların karışmamış kafan kadar.

Gözlerin dolu dolu yardım ister gibi bakıyorsun bana.

Ama elimden ne gelir?

Bir sorun daha kat psikolojime.

Şaşkın hayallere maruz bırak.

Kan göreyim etrafta.

Damlasın kırmızı mihenler etrafa.

Bağıran ağlayan çocuklarla dolsun her yer.

Pis ağır bir koku içinde kaybet beni.

Bulduğun gibi bırak.

Alay eder gibi terket.

sonra sızlasın dünya.

Ağlasın, haykırsın, kalp kanatsın çığlıkları, can yaksın feryatları, anne özlemi çeksin bütün bebekler, aşk acısı çeksin bütün aşıklar, mutsuzluk çıksın pandora'nın kutusundan hep, gün doğmasın gece kalsın.

Ve sen terket beni.

Çek sıcacık elini..

Ve sen terket beni...

b e ş dakika

Başladı...

Sadece beş dakika..

Azalıyor ben dikkatimi onun azalmasına odaklamışken o da inadına azalıyor.

Duvarlar kapılar ışıklar hep sıkıntılı zamanlarda olduğu gibi azalıyor, daralıyor, ve kasvetimin artmasına yardımcı oluyorlar.

Şiirler çınlıyor kulağımda.

Geceye sessizliğe ve karanlığa ithaf edilmiş şiirleri sık sık soluyan bir ölü gibi dinliyorum.

Ve yine saate kayıyor gözüm.

Bitiyor o ve benim elimden gelen yapabilecegim hiç birşey yok.

Mümkün olduğunca hızlı yazmaya çalıyorum.

Anlam aramıyorum cümlelerimde.

Anlam dediğin şeyi ben yüklüyorsam eğer bunu özenle seçtiğim sözcüklerle değil sıradan aklıma gelen her kelimeyle yapabilirim gibi geliyor.

Ve vakit bitiyor.

Nokta koymam gerek.

Son yazmam gerek.

Ama her son yazışımda yeni bir beş dakika başlıyor.

Nerede kaybettim aklımı nerede farkettim yokluğunu.

Sustum ve beş dakika bitti.

Nokta.

Bana Beni Anlat ...!


Tuhaf bir şekilde birşeyler karalama isteğiyle uyandım.
Uykum vardı gözlerim sızlıyordu.
Biraz ötede uyuyan dünyalar güzeli kadına baktım.
Hayat onun şu anda kapalı olan gözlerindeydi.
Onunla yalnız olmak dilediğince konuşmaktı.
Bana olan sevgisini doyasıya yaşamaktı.
Bugün pazar. Okul yok.
Yapmak istediğim tek şey karşımda bulunan kitaplığın bir ucundan diğer ucuna kadar okumak.
Pek mümkün görünmedi gözüme. İstanbul'a geldiğimden beri doğru düzgün birşey okumadığım aklıma geldi.
Neyim vardı benim?
Bugün benim için var olacak iki aşkla, okumak ve yazmakla, buluşmaya karar verdim.
Ne okuyacağımı biliyorum.
Yazmak için de ilhama gerek yok karşımda tüm ilhamların kaynağı duruyor.
Bugün istediğim gibi bir gün olacak söz veriyorum.
Kendime....

Sessizliğe Adanmış Çevre



Son durağını beklediğim otobüste yeterince bakmıştım çevreye şaşkın gözlerimle ama motorda da gerekmiş şaşkınlığım henüz geçmemeliymiş.

Evet alışveriş listesini otobüste yaptım. Motorda da yaparım birşeyler dedim. Oturdum üst katta en dış banka. Her zaman olduğu gibi insanların yüzünü incelemeye başladım belki ufak bir değişikliği yakalar defterime not ederim diye.

Arkada birseyler oluyordu döndüm.

Bizim rüzgarmış.

Gene ortalığı birbirine katıyormuş.

Denize bakıyordum bir yandan da 'bana neden ilham vermiyor?!' diye düşünüyordum. Bizim rüzgar kızmış olacak ki pek bir siddetlendi.

Oyleki herkes alt kata kaçmaya başladı. Kararımı verdim burda kalacaktım yalnızca karşı banka geçtim. Yalnız kalacağımı umut ettim ama olmadı az da olsa arkadaşlarım var.

Niye de ya gökten ya da denizden sadece benim üstüme gelen su damlaları bana özel olarak kalmayı sürdürdüler.

Hareket ettik nihayet.

Rüzgar hala bozuk atıyor ama yine de güzel.

Tek başıma gelip gittiğim yollara iz bırakıyorum....
sessizce şarap içelim